Çocukluğumda, yaz gelince köye giderdik. Bir gidişimizde, köye yeni bir ebe gelmişti. Gencecik bir kız. Gönül bu… Köyün en deli bozuk delikanlısına gönül vermiş. Bir küsüp bir barışıyorlar. Dedikodu diz boyu. Uzun bir süre köy halkının toplanıp bu ebeyi taşlayacağını sanmıştım. Öyle bir şey olmadı. Daha sonra ebenin tayini çıktı gitti.
Ebeye bir şey yapılacağını zannetmemin sebebi, Vurun Kahpeye romanı ve filmiydi.
Daha evvel bu köşede, mezkûr roman hakkındaki fikirlerimi yazmıştım. Halide Edip, ısmarlama bir roman ile İstiklal Harbi’ni başlatan din adamlarını kısa bir sürede yobaz ve müfteri insanlara dönüştürdü. İslam târihinde bir iki istisnâsı dışında uygulaması olmayan kadın taşlamayı, dindar insanlarla özdeşleştirdi. O yazımdan sonra gelen bir maili, şimdi paylaşmak istiyorum.
“Yazınızı büyük bir üzüntüyle okudum. Vurun Kahpeye filmini ilkokulda iken seyrettim. Öğretmenlerimiz tarafından sınıfça sinemaya götürülmüştük. Filmin sonunda, (Sanırım Hülya Koçyiğit oynuyordu. Tabii bugün 60 yaşımda olduğum için çok net hatırlayamıyorum. ) öğretmenlerimiz dahil havalara sıçrayıp, çılgınca alkışlamıştık . Ve o günden itibaren ne kadar cübbeli sarıklı hoca varsa bizi düşman etmişlerdi. Hatta ağzı duâlı insanlara da…”
Öğretmenlerin ve öğrencilerin çılgınca alkışladığı sahne, Aliye Öğretmen’e iftira edip taşlatan yobazların asıldığı sahne. Yobazlar, sâdece namus iftiracısı değil; aynı zamanda, Yunan işbirlikçisiydi.
İstiklâl mahkemeleri kurulup rejime muhalif insanların asılmaya başlanmasıyla Vurun Kahpeye romanı hedefine ulaştı. Asılanlar bunu hak ediyordu. Hem yobazdılar hem vatan hainiydiler.
Aliye Öğretmen, inançlı, vatansever, namuslu bir kadın olmasına rağmen taşlanmıştı. Romanın tesirini kuvvetlendirmek için üç kere filmi çekildi. Üçüncü filmin senaryosunda, romanda olmayan mühim bir ayrıntı var. Aliye Öğretmen’in ölürken avucunda sımsıkı tuttuğu Kuran-ı Kerim.
Bir önceki yazımda, Osmanlıca bir belgeden bahsetmiştim. Hristiyan bir kadının iffeti lehinde şahitlik yapan iki Müslüman erkek hakkındaydı. Belge, gerçek; roman ise kurgu. Bir Hristiyan kadının lehine şahitlik edenlerin, iffetli Müslüman bir kadını taşlaması mümkün mü?
Ne kadar ilginç değil mi? İnançlı insanlar, kendi aralarında ince ince sınıflandırılıyor. Böylece, cepheleşme, din karşıtları ile dindarlar arasında değil; dindarların kendi arasında oluyor.
Son yıllarda, inançlı, beş vakit namazında, milliyetçi insanların ağzından “Bu dinciler” lafını çok duymaya başladım. Kendileri, vatansever, samimi Müslüman; diğerleri ise din sömürücüsü, yobaz ve vatan haini. Bayrak sevgileri de vatan sevgileri de yalan. Hatta, bir zamanlar bayrak, vatan düşmanı olanlarınki bile gerçek; dincilerinki yalan. Dolayısıyla darbeyi de asılmayı da hak ediyorlar.
Böyle bir akıl tutulmasına, benim aklım ermiyor. Bu ayrışmayı, gönlüm kabul etmiyor.
Mısır’daki idamlara bu açıdan da bakmanızı tavsiye ederim. Normalde her Müslümanın Muhammed Mursi’nin idamına karşı olması gerekir. Ama, kendi ülkesindeki dincilerin darbeyi ve idamı hak ettiklerini düşünen Müslümanlar,
Mısır’daki dincilerin idamını niye umursasın ki?














Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.