Muhlis Körpe
“Yüce Allah insanları neden farklı milletler olarak yaratmıştır? Niçin insanlar aynı dili konuşmazlar? Neden tenleri, renkleri birbirine uymaz? Bu farklılıklar bir ceza mıdır? Yoksa ilahi bir lütuf mudur? Farklılıklar üstünlük sebebi olabilir mi?” gibi birçok sorunun cevabı şu ayette bulunmaktadır: “Ey insanlar! Şüphesiz ki biz, sizi bir erkek ve bir dişiden (Âdem ile Havva’dan) yarattık. Birbirinizi tanımanız için de sizi, milletler ve kabileler kıldık.”
Şahit olduğumuz bütün bu farklılıklar, ayet-i kerimenin ifadesiyle tanışmak ve yardımlaşmak içindir. Birbirini inkâr etmek, yabancı görmek veya düşman olmak için değildir.
Evet, her millet, her kabile, her aşiret, her insan farklı meziyetlere ve faziletlere sahip bulunmaktadır. Tek bir milletin veya kabilenin, insanlığın bütün meziyetlerini kendisinde toplaması mümkün değildir. Adil-i Hakîm olan Allah-ü Teâla faziletleri insanlar arasında pay etmiştir. Her millet bir kısım meziyetlerle mümtaz kılınmıştır. Onun içindir ki ayet-i kerime milletlerin tanışıp birbirlerinin özelliklerinden karşılıklı istifade etmelerini, yardımlaşmalarını emretmiştir. Çünkü insanlar bu iletişim sayesinde istenilen gerçek insanlık seviyesine çıkılabilir. Asr-ı Saadet gibi hakiki medeniyetler tesis
edilebilir. İşte Medine medeniyeti budur. Demek ayrılıklar ve farklılıklar, karşı karşıya olmak için değil, yan yana olmak içindir. Omuz omuza vermek içindir. El ele tutmak içindir. Tanışarak, yardımlaşarak meziyetleri bir araya getirmek ve birbirimizi tamamlamak içindir.
KAVMİYETÇİLİK ALLAH’IN KUDRETİNE İFTİRADIR
Nasıl ki insanın farklı duyu ve duygulara sahip olması yaşaması içindir. Esas olan bunların uyum içinde çalışmasıdır. İnsanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez. Belki birbirinin eksiğini ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacını giderir, vazifesine yardım eder. Yoksa duyu ve duygularının çatışması halinde o insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır. Hem nasıl ki emniyet ve asayişi temin eden bir ordunun alaylara, taburlara, bölüklere ayrılması memleketi düşmanın tecavüzünden korumak içindir. Birbirinin eksiğini gidererek birbirini tamamlamak içindir. Yoksa aynı ordunun taburlara, bölüklere ayrılması birbirlerine düşmanlık beslemesi veya aksine hareket ederek ayrılığa düşmesi için değildir.
Aynen öyle de, Müslümanlar da farklı duyu ve duygulardan meydana gelen bir insan gibidir. Farklı milletlerden, kabilelerden, kavimlerden oluşan büyük bir ordu gibidir. Farklı birimlerden teşekkül eden bir devlet gibidir. Bütün bu ayrılıklar Müslüman’ca, insanca hayatın devamı içindir. Birbirleriyle tanışıp yardımlaşmak içindir. Omuz omuza vererek, yan yana durarak, el ele tutarak ittifak içinde birbirini tamamlamak içindir. Ahretteki mutlak kardeşliğin dünyadaki bir numunesini tesis etmek içindir. Yoksa ten, dil, renk ve ırk olarak farklı olmamız karşı karşıya gelmek için değildir. Ötekileştirmek için değildir. Yek diğerini küçük görmek için değildir.
Halıkları rezzakları bir
Biraz dikkat edilse görülecektir ki Müslümanların bir olmasını gerektiren sebepler, onları ayıran nedenlerden çok daha fazladır. Mesela Hâlıkları bir, Rezzakları birdir. Aynı peygamberin izinden giderler. Aynı kıbleye dönerler. Aynı kitabı okurlar. Aynı Rabbe dua ederler. Aynı ilaha kullukta bulunurlar. Ortak bir tarihe sahiptirler.
Aynı coğrafyayı paylaşmaktadırlar. Aynı cennete taliptirler. Aynı azaptan sakınmaktadırlar. İşte bunun gibi sayısız ortak paydalar; kardeşliği, muhabbeti ve birlikteliği gerekli kılmaktadır.
Hem Müslümanların kavmiyetçilik yapması veya bundan dolayı birbirine düşman gözüyle bakması Allah’ın kudretine de bir iftiradır. Yüce Allah’ın kendi varlığını gösteren bir delilini reddetmektir. Çünkü yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de “Onun delillerinden biri de gökleri ve yeri yaratması ve lisanlarınızın ve renklerinizin farklı olmasıdır. Muhakkak ki bunda bilen kimseler için kati deliller vardır.” (Rum, 22) diyerek farklı milletler halinde bulunmanın Allah-ü Teâlâ’nın delillerinden biri olduğunu beyan etmektedir.
HANGİ MİLLİYETÇiLİK?
Bediüzzaman Hazretleri milliyetçiliği iki kısma ayırmaktadır.
Birincisi: Başkasını yutmakla beslenen, diğer milletlere düşmanlıkla devam eden, başkalarını inkâr etmek üzere kurulmuş, zararlı ve uğursuz olan ırk anlayışına dayalı bir milliyetçilik düşüncesidir. Bunu menfi milliyetçilik olarak kavramsallaştırmaktadır. İslam’ın karşı çıktığı milliyetçilik anlayışıdır. Üstad bu anlayışı şöyle özetlemektedir: “Menfi milliyet gaflet, dalalet, riya ve zulmetten mürekkep bir macundur. Onun içindir ki, hadîs-i şerifte ferman etmiş: “İslamiyet, cahiliye ırkçılığını ortadan kaldırmıştır.” Ve Kur’ân dahi ferman etmiş: “O zaman inkâr edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da resulünün ve müminlerin üzerine sükûneti indirdi. Ve onları takva sözüne bağlı kıldı. Zaten (onlar) buna çok layık, buna ehil idiler. Allah ise, her şeyi hakkıyla bilendir.”
Bediüzzaman Said Nursî, bu ırkçılığın ve kavmiyetçilik düşüncesinin pratikte de çok anlamlı olmadığını düşünmektedir. Çünkü insanlık tarihinde yaşanan göçler ve hicretler sayesinde milletler birbirine karışmıştır. Özellikle medeniyetlere beşiklik yapmış merkezler çok daha fazla göçler almışlardır.
Bu sayede milletler çok değişiklikler geçirmişlerdir. İşte bu halde iken milletdaşını, ırkdaşını gerçek anlamda ayrılabilmek için Levh-i Mahfuzu açılması veya görülmesi gerekmektedir. Bu ise mümkün değildir. Öyle ise, ırkçılık düşüncesine hareketi ve cemiyeti bina etmek, manasız ve hem pek zararlıdır.
Irkçılık bir zehirdir
Bediüzzaman Said Nursî bu ırkçılık düşüncesinin birçok zararlarına da dikkatleri çekmektedir. O’na göre ırkçılık, kavmiyetçilik düşüncesi öldüren bir zehirdir. Çünkü Müslümanların ayrılığa düşüp parçalanmasına ve kolayca mağlup olmasına sebep olan ırkçılıktır. Müslümanlar arasında düşmanlığa ve dağınıklığa sebep olan ırkçılıktır. Irkçılık, insanlığın düşmanıdır.
Bu düşünceyle hareket eden milletler, tarihin şahadetiyle dâhilde ve hariçte birçok zararlar verip insanları tehlikeye atmış, kendileri de türlü tehlikelere maruz kalmışlardır. Irkçılık damarı, her hangi bir hatayı şahsilikten çıkarıp aileyi, kabileyi veya milleti de aynı suçla haksızca mahkûm etmektedir. Üstelik bu konuda kendisini haklı görmektedir.
Nihayette bu referansla hak ve adaletin sağlanması mümkün değildir. Bu yüzdendir ki ırkçılıkla hareket edenler diğer milletleri ürkütüp kendilerinden küstürmüşler, korkunç ihtilaflara, savaşlara ve zulümlere sebebiyet vermiştir.
Milletler arası güven duygusu zedelendiğinden diğer milletlerin zararlarından korunmak için herkes her an uyanık olmak zorunda kalmıştır. Buna özellikle ikinci dünya savaşı ibretli bir örnektir.
MÜSBET MİLLİYETÇİLİK
İkincisi: Farklı milletleri ve kabileleri küçük görmeden, inkâr etmeden, onlara düşman olmadan, kendi milletini sevmek, onlara şefkat etmek, yardım etmek ve gelişmelerine hizmet etmeye dayanan milliyetçilik düşüncesidir. Bediüzzaman hazretleri bu düşünceyi müsbet milliyetçilik olarak kavramsallaştırmaktadır. Bunun bir zararı olmadığını çünkü fitrî olduğunu düşünmektedir. Yani insanın kendi milletini, kavmini, aşiretini sevmesi yaratılışı gereğidir.
Çünkü bu sevgide başkalarına düşmanlık yoktur. Ret ve inkâr yoktur. Başkalarına karşı adaletsizlik yoktur. Kendini üstün görmek yoktur. Bu anlayışta menfaatini, diğer milletlerin zararında görmek yoktur.
Bu sevgide ötekileştirmek yoktur. Bundan dolayı İslamiyet, bu düşünceyi men etmemektedir.
Çünkü toplumsal birliği ve kaynaşmayı sağlamaktadır. Toplum hayatının kendi içinden kaynaklanan ihtiyaçtan doğmaktadır. Yardımlaşmaya ve dayanışmaya sebeptir. Menfaatli bir kuvvet temin etmektedir. İslam kardeşliğini pekiştirmektedir. Bediüzzaman hazretleri temelde masum olan bu yaklaşımın dahi İslâmiyet’e hizmet etmesi, onun kalesi ve zırhı olması gerektiğini düşünmektedir.
Yoksa İslam kardeşliğinin yerine geçmemelidir. Çünkü İslâmiyet’in kardeşlik akdi semavidir. Müslümanları kardeş ilan eden Allah’tır. Onun için bu kardeşlik bakidir. Dünyevi dostluklar ve rütbeler gibi kabir kapısında son bulmaz. Berzahta ve ahirette de menfaat verecek ve devam edecektir.
ÖLSEM ŞEHİT, ÖLDÜRSEM GAZİ
Bediüzzaman hazretleri doğu toplumlarındaki milliyetçilik düşüncesinin psikolojik ve sosyolojik tahlillerini de yapmaktadır. Bu konu hakkında şunları ifade etmektedir: “Özellikle biz şarklılar, garplılar gibi değiliz. İçimizde kalplere hâkim, dini hislerdir. Kader-i Ezelî ekser enbiyayı şarkta göndermesi işaret ediyor ki; şarkı yalnız hiss-i dinî uyandırır ve terakkiye sevk eder. Asr-ı Saadet ve Tabiîn, bunun en güzel delilidir. İslâmiyet’in mukaddes milliyetinin, Müslümanların toplum hayatına kazandırdığı yüzlerce faydaları vardır. Mesela, Müslümanların büyük devletler karşısında hayatını ve varlığını sağlayan, Kur’an’dan aldıkları şu fikirdir: “Ben ölsem şehidim, öldürsem gaziyim.” Bir mücahit, bu anlayışla aşk ve şevk içinde ölümü gülerek karşılar. Bu kahramanca düşünce ile sayıca az olan gazilerimiz, çok olan düşman kuvvetlerini titretmiştir. Acaba dünyada basit fikirli, saf kalpli olan insanların ruhunda böyle yüce bir fedakârlığı aşılayan hangi şey gösterilebilir? Hangi hamiyet, onun yerine ikame edilebilir? Ve hayatını ve bütün dünyasını severek ona feda ettirebilir?
GÜNÜMÜZ MÜSLÜMANLARI VE IRKÇILIK
Günümüzde Müslümanlar, birbirine muhtaç, birbirinden mazlum ve birbirinden fakir oldukları halde, aralarındaki ayrılıklar yüzünden küresel güçlerin baskısı altında ezilen topluluklar hükmündedir. Hal böyle iken, Müslümanların ırkçılık fikriyle birbirine yabani bakması ve birbirini düşman telakki etmesi, öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez. Âdeta bir sineğin ısırmaması için, müthiş yılanlara arka çevirmek gibi bir divaneliktir. Hâlbuki İslam dinindeki kardeşlik, ırka dayalı bağlar üzerine tesis edilmemiştir.
Hem ırkçılık/milliyetçilik fikirlerini ileri sürmek böyle bir zamanda büyük ejderhalar hükmünde olan küresel güçlerin doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda, onları görmezden gelip belki manen onlara yardım etmek hükmündedir.
Irkçılık fikriyle Müslüman milletlere düşmanlık etmek veya onlara karşı cephe almak veya Yüce Allah’ın istediği ve emrettiği ittifakı sudan sebeplerle temin edememek, birçok zararları ve tehlikeleri sonuç vermektedir. Müslümanlara hor bakmak, dolayısıyla İslâmiyet’e ve Kur’âna dokunmak demektir. İslâmiyet ve Kur’âna karşı düşmanlık ise, bütün Müslümanların dünya ve ahiret hayatlarına bir çeşit düşmanlıktır. Hamiyet namına topluma hizmet edeyim diye, iki hayatın temel taşlarını harap etmek; hamiyet değildir.
Hem ırkçılık düşüncesi, dinin mukaddesatına hürmetli olamıyor; bahaneler buldukça ilişmek istiyor. Hem İslamiyet’in tesis ettiği ebedî kardeşliği zedelemek, dualarıyla bizlere yardım eden bütün Müslümanların manevi desteklerinden mahrum kalmayı sonuç verir. Bize lazım olan gönül birliğidir. Müspet milliyetçiliktir. Bütün kötülüklerin anası olan cehaleti kaldıracak eğitim-öğretimdir. Çalışmaktır. Günahları terk etmektir.
Biz Müslümanlar bir ve beraber oldukça diri olduğumuzu unutmamalıyız.










Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.