• BIST 81.889
  • Altın 100,592
  • Dolar 2,6855
  • Euro 2,9605
  • İstanbul 26 °C
  • Ankara 27 °C
19 Ramazan 1436  |  06 Temmuz 2015

Saray iftarı ve padişah

Osmanlı sarayı, tevâzu ve ihtişamı bir arada barındırırdı. Bunun en güzel misâli ise her Ramazan, fakirlere de zenginlere de açık olan iftar sofralarıydı.

KERİME YILDIZ

Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda verilen iftâr, gündemi bir hayli işgâl etti. Acaba, Osmanlı zamanında saray iftarları nasıldı?

Osmanlı Devleti’nde saray, hem pâdişahın ikâmetgahı hem de devletin yönetim merkeziydi. 2. Mehmed Han, İstanbul’u fethedince, bugünki İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yerde bir saray yaptırdı. Daha sonra Topkapı Sarayı yapılınca oraya geçti. Saray-ı Cedid denilen bu saray, çok sonraları Topkapı ismini aldı. 19. asırda ise devletin merkezi Topkapı’dan Dolmabahçe Sarayı’na; oradan da Yıldız Sarayı’na nakledildi. 

SARAY İFTARI, RAMAZANIN DÖRDÜNDE BAŞLARDI

Eskiden Ramazan ayında, kapılar herkese açık olur; dâvetsiz olarak iftar sofrasına oturulurdu. Bu gelenek saray için de geçerliydi. Dâvetsiz sofraların hâricinde, saraya mahsus özel iftar davetleri verilirdi. Sultanın ve veziriazamın iftar vermesi hâkimiyet sembolü sayılırdı. İftar dâvetlerinin resmi kuralları vardı. Dâvetler Ramazanın dördünden sonra başlardı. Çünkü, ilk günler âilelerle geçirilirdi. 

Sarayda verilecek iftarların dâvetli listeleri, pâdişâhın onayına sunulurdu. Âlimler, şeyhler, vezirler, kazaskerler, vs. sırasıyla iftara çağırılırdı. Herbirinin ayrı potokolü vardı. Son iftar ise saray çalışanlarına verilirdi. Yemekler, Matbah-ı Âmire denilen saray mutfağında pişer; sinilerde ikram edilirdi. Çok büyük iftar sofraları kurulur; gelenler, diş kirâsıyla ayrıca memnun edilirdi.

Osmanlı pâdişâhları, iftarlarını genelde sarayda yaparlardı. Pâdişâhların saray dışında iftar yapmaları istisnâî bir durumdu.  

BAKLAVA ALAYI

Pâdişahın askerlere özel bir Ramazan ikrâmıdır. Ramazanın on beşinci günü, Hırka-i Sa’âdet ziyâretinden sonra icrâ edilirdi. Baklavalar saray mutfağında hazırlanırdı. Her on askere bir tepsi hesabıyla Matbah-ı  Âmire önüne tepsiler dizilir; üzerleri örtülürdü. Birinci siniyi, Silahdar ağa ve maiyeti, bir numaralı yeniçeri olan pâdişâh adına teslim aldıktan sonra, diğer ortalardan gelen ikişer nefer birer siniyi herhangi bir kargaşaya mahal bırakmadan yüklenirdi. Her bölüğün âmirleri önde, baklava sinileriyle yürüyenler arkada, açılan kapıdan dışarı çıkarlar; baklava alayı gulgule ve nümayiş ile Divanyolu’nda kendilerini seyretmek için karşılıklı sıralanmış halkın arasından kışlalara yürürlerdi. Sini ve futalar(örtü) ise, ertesi gün Matbah-ı Âmire’ye iâde edilirdi. Yeniçeri Ocağı’nın bozulduğu dönemlerde bu iâde yapılmadığı gibi “Baklava  o kadar lezzetliydi ki sini ve futaları da yedik.” münâsebetsizlikleri yapılmaya başlandı. Ocağın kaldırılmasıyla bu gelenek de târihe karıştı.

 TEBDİL GEZİLERİ

Kânûnî, Rüstem Paşa’ya “En güzel düğün kimindi?” diye sorunca, ”Benimki” cevâbını alır. Pâdişah şaşırınca şöyle açıklar: “Çünkü benim düğünüme cihân pâdişâhı teşrif etti.” Bu minval üzere, cihân pâdişâhının teşrif ettiği iftar sofrası en güzel iftar sofrası olsa gerektir. 

Pâdişâhlar, iftârını sarayda yaparlardı. Halkın arasına karışmaları güvenlikleri için doğru değildi. Bu yüzden, hem halkın durumunu anlamak hem de saray dışında nefes almak adına bazı pâdişâhlar tebdil-i kıyâfet ile saray dışına çıkarlardı. Tebdil gezilerinde ilginç hikâyeler yaşanmıştır.

 DARHÂNE ÇORBASI

Yavuz Selim Han, tevâzu sâhibi bir sultandır. Sâdeliği sever. Oğlu Süleyman huzûruna süslü bir kıyâfetle çıktığında “Anan ne giysin Süleyman?” dediği meşhurdur. İşte böyle mütevâzi bir pâdişâhın Ramazan sofrası nasıldır bilinmez ama, son derece mütevâzi bir Ramazan sofrasına oturmuşluğu vardır.

Rivâyete göre Yavuz Selim Han, bir Ramazan günü Nedimi Hasan Can ile Edirne’de tebdil-i kıyâfet dolaşmaya çıkar. O zamanlar, iftar vaktinde evin önünden geçeni sofraya buyur etmek âdettendir. Yaşlı bir adamcağız, yoldan geçen iki kişiyi iftara dâvet eder. Sofra çok mütevâzidir. Bu arada ev sâhibi  Pâdişâh ve Hasan Can’ın konuşmasından kim olduklarını anlar. Pâdişâh çorbayı çok beğenip de adını sorunca, ev sâhibi boynunu büker ve hânesinin fakirliğini kastederek “Kusura bakmayın hünkârım. Darhâne çorbası.” der. O gün bugün çorbanın adı böyle kalır ve günümüze tarhana olarak gelir.

 TEB’ASININ İFTÂR SOFRASINI DERT EDİNEN SULTAN

Özi Kalesi düşünce felç geçirerek ölen 1. Abdülhamid Han, dindar bir pâdişâhtı. Ramazan öncesi ve Ramazan içinde tebdil-i kıyâfet ile sabahtan ikindi vaktine kadar dolaşmak âdeti vardı. Özellikle, ekmeğin ve etin nizâmına uygun yapılıp yapılmadığını kontrol eder; hattâ bazı fırınlardan ekmek alırdı. Bu gezilerinin sonunda, kardeşi Esma Sultan’a iftâra gittiği de vâkidir. Tebdil dönüşlerinde fikirlerini yazıya dökmeyi ihmâl etmezdi. İşte bir misal:

“Benim Vezirim, Bugün tebdile çıkdım. Kassâb dükkânlarında ekseryâ keçiden ibâret celeb mâllardır. Kassâbbaşının müsâ’adesiyele diyorlar. Koyun eti on üçere dek keçi sekizere satılur. Fukara netlesün, hâl-i aczleri ma’lûm. Koyun sekizere keçi altışara nizâm virilse olmaz mı?

Nân-ı azîzler gurre-i Ramazanda nizâmı ma’lûm.İskelelerde gelen gemi re’islerinin dahî dahli var deyü mesmû’dur. Îsâkça, İsmâil, Kili, İbrâil taraflarının mübâya’acıları kimlerdir? Haberi matlûb-ı şâhânemdir.”

 BUZDAN KASELER

Sultan 2. Mahmud, saray dışında iftar dâvetine giden ilk pâdişâh olarak bilinir. O zamanlar, Şeyhülislâm Dürrizâde Abdullah Molla’nın iftar sofraları dillere destandır. Sultan, bu sofrayı çok merak ettiğinden bir Ramazan günü habersizce, Dürrizâde’nin Üsküdar’daki konağına gider. Sofradaki yemekler de yemek takımları da anlatıldığı gibi muhteşemdir. Yalnız, pilâvın yanında gelen billur hoşaf kâsesinin diğerleri gibi zârif olmadığı pâdişâhın dikkatini çekince, Dürrizâde şöyle açıklar: “Hoşafın lezzeti bozulmasın diye içine buz parçaları attırmıyorum da buzdan kâse yaptırıp hoşafı içine koyduruyorum.” Bu açıklama pâdişâhı o kadar şaşırtır ki daha sonra, “Kendim bilemediğim için çok utandım.” der.

 PÂDİŞÂHA DİŞ KİRÂSI VERMEK ZORDUR

Diş kirâsı Fâtih döneminde Sadrazamı Mahmud Paşa tarafından ihdas edilen bir gelenektir. Zamanla, iftar sâhiplerini ciddi sıkıntılara sokacak hâle gelmiştir.Yine de gelen misâfirler, alt tabakadan olunca diş kirâsı vermek kolaydır. Ama, misâfir cihân sultanı ise diş kirâsı ne olabilir?

Abdülaziz Han, 1284 Ramazanında, Yusuf Kâmil Paşa’nın konağında bir kere iftar eder. Yemeği yanında götürülen Sultan, konağın mükemmelliğini görünce, yemeğinin getirilmemesi emrini verir. Yusuf Kâmil Paşa, o gece diş kirâsı olarak Şeyh hattıyla yazılmış tezhibli bir Mushaf-ı Şerif takdim eder.  Bir rivâyete göre de tüm mal varlığını diş kirâsı olarak sunar. Abdülaziz Han, kabul ederek geriye ev sâhibine hibe eder.

Sultanlar, 19 asrın sonlarında ordu mensuplarına iftar vermeye başladılar. Yıldız Sarayı’ndaki bu iftarlarda subay ve askerlere bir miktar para da verilirdi.

  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
EN ÇOK
SPOR SONUÇLARI
  • 1. Galatasaray347725
  • 2. Fenerbahçe347431
  • 3. Beşiktaş346923
  • 4. İstanbul Başakşehir345919
  • 5. Trabzonspor345710
  • 6. Bursaspor345725
  • 16. Karabükspor3428-20
  • 17. Kayseri Erciyesspor3427-19
  • 18. Balıkesirspor3427-21
  • Tümü
Sitemizdeki yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilmeden kullanılamaz.Haber Yazılımı: CM Bilişim