HAZIRLAYAN: KERiME YILDIZ
Gül, eskiden beri Roma’da, Yunanistan’da, Orta Doğu’da, İran’da ve Hind’de çok itibar gören, kudsiyet atfedilen bir çiçektir. Gül bütün dinlerin, medeniyetlerin ortak çiçeğidir. Bütün milletler gülü çok sevmiştir. En çok da bizim milletimiz.
Anadolu’da Mayıs havası, gül ile tarif edilir. “Dışarıda gül üşümüyor.” denir. Gül üşümezse insan da üşümez. Havayı bile gülle tarif eden başka bir millet var mıdır?
Sâdece hava mı? Bizim insanımız gülünce, yüzünde güller açar. Çocuklarına gül gibi bakar; gül gibi geçinir gider. İncitmek istemediğini, gülden ziyâde üflemez. Sevdiği gül yanaklı, gül endamlıdır. Üzerine, gül koklamaz. Gülü sevince, dikenine katlanır. Tatlısı, güllaç; böreği, güldür. Nakışında, dantelinde, oyasında, gül eksik olmaz. Kısacası, gül, hayatının her yerindedir. Bilerek ya da bilmeyerek…
GÜL MUHAMMED TERİDÜR
Peygamberimizin gülü cennet çiçeklerinin ulusu olarak övdüğü ve “Kırmızı gül, Allah’ın tezâhürüdür.” dediği rivâyet olunur. Sahih hadis midir bilemiyorum ama, milletimiz buna kalbden inanmıştır. Yine, Peygamberimizin terinin gül koktuğuna inanılır. Bu iki sebepden dolayı gül, hem bahçelerde, hem şiir ve sanatta hem de tasavvufda baş köşededir. Gül, O’na benzediği için güzeldir. O’nun teri gibi koktuğu için mu’teberdir.
Rivâyete göre sahâbeden bir kadın, Peygamberimizin uykuda terlediğini görmüş ve bu ter boncuklarını bir şişeye koymuş. Başka bir rivâyet ise şöyledir: Mi’rac gecesinin meşakkatinden dolayı Peygamberimiz (S.A.V), Hz. Cebrâil ve Burak terlemiş. Burak’ın terinden, sarı gül; Cebrâil’in terinden, kırmızı gül; Peygamberimizin terinden, beyaz gül meydana gelmiş.
İşte bu rivâyetlere olan inanç, Türk milletini tam bir gül müptelâsı yapmıştır. Süleyman Çelebi’yi, “Terlese güller olurdu her teri / Hoş direrlerdi terinden gülleri”, Yunus’u ise “Sordum sarı çiçeğe, gül sizin neniz olur / Çiçek eydür derviş baba, gül Muhammed teridür “ mısralarıyla coşturan bu ter aşkıdır.
HER EVE BİR GÜL
Anadolu’da, Ahmed, Mehmed veya Mustafasız ev olmadığı gibi gülsüz ev de olmaz. Her evde, Güllü, Gülistan, Gülbahar, Gülbeyaz veya herhangi bir güle rastlanır. Milletimizin bahçesinde de evinde de gül fidanları büyür. Hem köyünde hem sarayında böyledir.
Güllerin Efendisi’nin müjdesine mazhar olan Mehemmed Han doğduğu zaman, babası Murad Han-ı Sânî’ye haber verilince, “Bağ-ı Murad’da , bir gül-i Muhammedi açıldı.” diyerek şükreder. Babürşah’ın kızlarının isimleri Gülrenk, Gülbeden, Gülçehre’dir.
Adında gül olmayan dahi, adının îzâhını gülle yapma zarâfeti gösterir. Nâmık Kemal’e adını sorduklarında gülün ortasına “ma” eklenince isminin ortaya çıktığını anlatan şu beyiti söyler. (Gül, kef ve lam ile; kemal, kef , mim, elif ve lam ile yazılır.)
Bir katre “mâ” düşünce “gül”ün kalb-i pâkine
İsmim yazıldı her varak-ı tâb-nâkine
TASAVVUFDA GÜL
Tasavvufda gonca hâlindeki gül, birliğin görünüşü; açılmış gül, birliğin çokluk hâlinde görünüşüdür. Aynı zamanda gonca, halvet; açılmış gül, can sırrının açık edilmesidir. Tasavvuf gül bahçesidir. Hz. İbrahim’in içine atıldığı ateş, gül bahçesine dönüştüğünden dolayı, ilâhî aşka dâvet “Düş İbrahim gibi nâre / Bu gülşende yanan olmaz.” diye yapılır.
Tasavvuf, gül bahçesidir. Kadiriyye tarikinin nişanı güldür. Gülşeniyye tarikinin zikir halkalarındaki dervişler dönerken, açılıp kapanan gül gibi görünürler. Mevlevîler ve Bektaşîler, “Destegül” isminde bir cübbe giyerler.
GÜL KOKLAMAK
SEVAPTIR
Bulunur her derde istersen gülistanda
Hokkasında goncenün san kim şifâ cüllâbı var
Fuzûlî, asırlar öncesinden gülün her derde devâ olduğunu bildiriyor. Şüphesiz, Fuzûlî’nin kastettiği, aşk derdiydi. Artık, modern tıp, gül suyunun şifâsını keşfetti. Eskiden akıl hastanelerinde, hastalar nöbet geçirdiği zaman, yüzüne gözüne gül suyu serpilirdi. Bu işle vazifeli kimselere de güllâbici denirdi.
Peygamberimiz gül koktuğu için halk arasında muteber olan “Gül koklamak sevaptır.” sözü, aynı zamanda gül kokusundaki şifaya da işâret eder.
GÜLİSTAN
Sâdî-i Şîrâzî, bir bahçe safâsında aşka gelip türlü çiçekleri ve gülleri toplayan dostunu, bahçe gülünün iki günden fazla tâze kalamayacağı hakkında uyarır. Dostu, “Öyleyse ne yapmalı? deyince şöyle cevap verir:
“İstersen sana medâr-ı nezâhet-i efkâr ve fesâhat-enzâr olabilecek bir gülistan-ı pâyidâr telif edeyim.”
Adamcağız eteğindeki çiçekleri döküp Sâdî’nin eteklerine yapışır ve bu eserin sözünü alır. Sâdî-i Şîrâzî, dostlarının bahçede gül kokladıkları günler bitmeden eserini bitirir.
Şarkın şiirleri ve ondan ilhâm alan dîvân şiiri, mürekkeble değil gülyağı ile yazılmışçasına asırlardır buram buram gül kokmaktadır. Bütün dîvân şâirleri, güle dâir şiir yazmıştır.
KLÂSİK SANATLARDA GÜL
Gül sâdece şiirin değil; hat, tezhib ve ebru gibi sanatların da konusu olmuştur. Taş oymacılığı, çini, kumaş ve kitap ciltlerinde çeşitli gül motifleri işlenmiştir. Tezhib sanatında, Kânûnî devrinin meşhur müzehhibi Karamemi’nin yarı stilize bahçe çiçeklerinde boy gösteren gül, 18. asırda yaşayan Ali Üsküdârî’nin fırçasında en güzel ve doğal haliyle resmedilmiştir. Kuran’daki hizip, secde ve aşir işâretlerinin adı güldür ve tezhiblidir.
Ebru fırçaları gül dalından yapılmıştır. Tuğra çekmek için kullanılan ve ana maddesi, lök denilen vişne çürüğü renkte toprak boya olan mürekkebe, gülgûnî (gül renkli) mürekkeb adı verilmiştir.
Peygamberimizi tasvir eden hilye-i şerifler, sâdece hat olarak yazılmamış, gül şeklinde de yapılmıştır. Gülün ortasında, Peygamberimizin ismi; yapraklarında Ehl-i Beyt’in isimleri yazılıdır. Bazı gül hilyelerinde, eşlerinin ve dört halifenin isimleri de vardır.
HIRKÂ-İ SAADET DÂİRESİ GÜL SUYU İLE SİLİNİRDİ
Ecdâdımızın Peygamber sevgisi o kadar yüksekti ki O’ndan hatıra olan mukaddes emânetler asırlar boyunca en güzel şekilde korundu. Eskiden, Ramazanın on beşinci günü Hırka-i Saadet ziyâreti yapılırdı. Bir gün önce pâdişah sabah namazını burada kılar; sonra, yapılan temizliğe bizzat iştirâk ederdi. Hırka-i Saadet, gümüş şebekeden ihtirâmla dışarı çıkarılırdı. Pâdişah, Dülbend ağasının gümüş taslar içinde getirdiği gülsuyuna batırılmış süngerlerle bu şebekeyi silerdi. Görevliler ise diğer yerleri silerdi. Bu hizmet asırlarca yapıldı.
RUMELİNİN EN GÜZEL TÜRKÜLERİ GÜL ZAMANI SÖYLENİRDİ
Kânûnî döneminde Budin’in fethinde şehit düşen Bektâşî dervişi Gülbaba’ya, gülü çok sevdiği ve hep yanında gül taşıdığı için bu ismin verildiği söylenir. Ecdâdımızdaki zarâfete bakın ki fethe giderken bile yanında gül götürmüş. Şimdi Bulgaristan sınırlarında kalan Kızanlık, Osmanlı zamanında gül bahçeleri ile meşhurdu. Mayıs gelince gülsuyu ve gülyağı çıkarılacak güller toplanmaya başlanırdı. Gülleri genç kızlar toplar; çıkımcı denilen delikanlılar onlara küfelerle eşlik ederdi. Sonra, toplanan güller, gülâbhânelere taşınırdı. Bu esnâda, genç kızlar ve erkekler en güzel türkülerini söylerlerdi.
VAZGEÇME BÛ-Yİ GÜLDEN
Zafer günleri bitip geri dönüş başlayınca bahçeler târumâr oldu. 93 Harbi felâketinde yollara düşen muhâcirler İstanbulâ geldiğinde, yanlarında gül fidanları da vardı. Bu muhâcirlerin bir kısmı 2. Abdülhamid Han’ın emriyle Isparta’ya yerleşip gülcülük işini devam ettirdi.
Yakınlarda gördüğüm bir gazete haberi, şâirin “Vazgeçme bû-yi gülden, koklama sen süseni” mısrâını hatırlattı. Isparta’da gül yetiştirenler, artık daha kârlı olan zambak işine başlamışlar. Evlâdı- fâtihân ve 2. Abdülhamid Han hâtırası güllerin yerini zambakların almasına üzüldüm doğrusu.
Güzel memleketimizin bağlarından bahçelerinden gül eksik olmasın. Sizlerin de hayatınızdan Gül kokusu. Gül’ü anlatmaya ne bu sayfa yeter ne benim kalemim. Siz en iyisi Beşir Ayvazoğlu’nun “Güller” kitabını okuyun. Hani, yüz kitap okusanız bir kapı açılmaz ama, bir kitap okusanız yüz kapı açılır ya işte öyle bir kitap.
Not: Başlık, Şeyhülislam Yahya Efendi'ye âittir.
















Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.