İstanbul'un köpekleri

Nepal’da meydana gelen deprem faciasıyla bazı tartışmalar gündeme geldi. Hatta tartışmalar 1910 yıllarında İstanbul’u vuran deprem ve aynı yıl yapılan köpeklerin itlâkına kadar getirildi.

Hazırlayan: KERİME YILDIZ

Osmanlı topraklarında, bütün hayvan türlerine iyi davranılmış; başta kedi ve köpekler olmak üzere tüm hayvanların korunması için, devletçe yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu sâyede, 19. asıra kadar hiçbir hayvan türünün itlâkına izin verilmemiştir.  

Ecdâdımızın hayvan sevgisi ve hayvan haklarına hassâsiyeti çok geniş bir konu. Bu yüzden, bu yazıda konuyu sınırlayıp köpekleri anlatmak istiyorum. 

İLK EVCİL HAYVAN

Yapılan araştırmalara göre evcilleşen ilk hayvan köpek. Bir canlı, içgüdülerini ne kadar kontrol edebiliyorsa o kadar evcilleşir. Beynin bu yetenekten sorumlu olan prefrontal bölgesi, köpekte oldukça gelişmiştir. İlkçağlardan bugünlere kadar güvenli bir şekilde hayat süren insanoğlu, bu mânâda köpeklere çok şey borçlu. Eğer köpek ilk ehlileşen hayvan olmasaydı, çevreden gelen tehditler bilinmeyecekti ve vahşi hayâtın tehlikelerini bertaraf etmek kolay olmayacaktı. 

NEBEVÎ ŞEFKAT

Âlemlere rahmet olarak gelen Peygamberimiz, hayvanlara merhamet ve şefkat gösterilmesini nasihat edip eziyet edilmesini yasaklamıştır. Susuzluktan soluyan bir köpeğe su veren kadının günahlarının bağışlandığını müjdelemiş; yemek vermeyip bir kedinin ölümüne sebeb olan bir kadının da Allah’ın gazabına uğradığını belirtmiştir. 

Peygamberimiz, birgün ashâbı ile dolaşırken bir köpek ölüsü görmüş; ne kadar kötü koktuğundan şikâyet eden ashâbına “Ne güzel dişleri var.” demiştir.

Mekke’nin fethi sırasında şehre girerken yeni yavrulamış bir köpek görünce, hemen ordudan iki askeri ayırarak başına nöbetçi dikmiş ve son asker geçene kadar köpeği korumalarını emretmiştir. 

KÖPEĞE MERHAMET EDEN KÖLE

Sıcak bir günde, Medine’de hurma bahçesinde işini bitiren bir köle öğlen vakti ara verir. Bir parça arpa ekmeği yemek için bir ağacın gövdesine yaslanır. O anda aç bir köpek gelip kendisine bakınca ekmeği ikiye böler. Tam bir parçayı köpeğe uzatacakken vazgeçip diğerini uzatır. Bu manzarayı seyreden Hz. Hüseyin, köleye yaklaşıp bu davranışının sebebini sorar. Köle önce uzattığı ekmeğin küçük olduğunu; bunun köpeğe haksızlık olduğu için değiştirdiğini söyler.

Hz. Hüseyin, kölenin merhametinden o kadar müteessir olur ki hurmalığı köle ile birlikte satın alır ve köleyi âzâd eder. Hurmalığı da kendisine bağışlar. Köle ise hurmalığı vakfederek, vakfın hizmetçisi olmaya devâm eder.

MÜBÂREK BİR HAYVAN: KITMİR

Kehf Sûresi’nde, ”Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu.”  âyetinde, Ashâb-ı Kehf’in köpeğinden bahsedilir. Ne Kuran-ı Kerim’de ne de hadislerde bu köpek hakkında başka bilgi vardır. Kıtmir ismi halk tarafından verilmiştir. Ashâb-ı Kehf‟in yanından ayrılmayarak onları korumak için kapıda beklemesinden ve Ashâ-b-ı Kehf gibi onun da uyutulup yeniden diriltilmesinden dolayı  cennete girecek hayvanlardan biri olduğuna inanılmaktadır. 

Kıtmir tasavvufa da konu olmuş ve dinî bir kimliği olmadığı hâlde sûfîler arasında bulunan kişiler kıtmire benzetilmiştir. Ayrıca, dîvân şâirlerinin de ilgisini çekmiş ve bu isme telmihler yapılmıştır. Keçecizâde İzzet Molla, kendisinin, aman dileyenlerin sığınağı olan Peygamber Efendimizin Kıtmîri olduğunu söylemiş ve Allah’dan onun kapısının köpekliğinden kendisini uzak tutmamasını dilemiştir:

Kıtmîriyüz o kehf-i emânun amân amân

Dûr itmesün kilâb-ı derinden bizi Hudâ 

Kemal Ümmî, Allah’dan Kıtmîr gibi bir hayvanı nasıl makbûl saydıysa kendisini de makbûl saymasını, bir köpekten daha aşağıda tutmamasını istemiştir:

Kıtmîr‟i eyledün kabul

Hem bizi kılma bir itden alu kul

KEDİ VE KÖPEKLER İÇİN VAKIF

Ecdâdımız, şehirlerde yaşayan sahipsiz hayvanların bakımı, beslenmesi ve tedâvisi için vakıflar kurmuştur. Bedeli bu vakıflarca karşılanmak üzere, kedi ve köpeklerin barınmaları için mahallelerde kedi ve köpek kulübeleri yaptırılmış; her gün düzenli olarak beslenmeleri ve temiz su verilmesi için ücretli kişiler görevlendirilmiştir. 1600’lerden itibaren eti için beslenmeyen kedi, köpek, at, eşek, katır gibi hayvanların öldürülmeleri suç kabul edilmiştir. Ölen kişilerden mallarını kedi ve köpeklerin beslenmesi için bırakanlar varsa bu vasiyet kadılar tarafından denetlenmiştir.

1700’lü yıllarda kurulan vakıflar tarafından, göçmen kuşlarla kedi ve köpeklerin tedâvisi için birçok Osmanlı şehrinde hayvan hastaneleri yaptırılmıştır. Bu şefkat ve merhamet, Batılı seyyahları hayrete düşürmüştür.  

ÂSİTÂNE –İ SAADET’İN MESUT KÖPEKLERİ

Hayretîyem âsitânun itlerinün biriyem

Ol kapunun bir tuz etmek gözedür Kıtmîriyem

Hayretî’nin bu beyitindeki âsitân eşik mânâsındır. Bu kelime aynı zamanda İstanbul’un eski adlarından biridir ve Âsitâne-i Saadet olarak kullanılır. 

İşte bu saadet şehrinde bir zamanlar köpekler de sokaklarda refah içinde yaşıyordu. Avrupalı seyyahların anlattığına göre, köpeklerin en çok sevildiği ülke Osmanlı ülkesidir. Köpekler sokaklarda aç kalmamakta ve hâmile köpeklerinin doğum yapması için evlerin önünde ot veya samandan yatacak yer hazırlanmaktadır. Köpekler, doğdukları mahallede büyüp ölmekte, Pera sokaklarında bile canlarının istediği gibi hareket etmektedir. 19.yy’ın tanınmış seyyahlarından Edmond D’Amicis, İstanbul’un  kocaman bir köpek harası olduğunu ifâde etmiştir.

İLK İTLÂK TEŞEBBÜSÜ

1800’lü yıllarda sayıları 60 bini bulan köpekler, İstanbul’un bir parçası olarak kabul edilmekteydi. Ancak, yenileşme ve modernleşme ile birlikte köpeklere bakış açısı değişti. Yöneticiler köpeklerin şehirden sürülmesi gereğine inanıyordu. Ama halk, böyle düşünmüyordu. Geceleri mahallerine bekçilik yapan, evlerini koruyan, atıkları yiyerek temizliğe katkıda bulunan köpeklerden ayrılmak istemiyorlardı.

Köpeklerin sürgün edilmesi, ilk olarak 2. Mahmud döneminde oldu. Sokaklardan toplana köpekleri Hayırsız Ada’ya götüren vapur, fırtına çıkınca geri dönmek zorunda kaldı. Zâten bu sürgüne karşı olan halk, bunu ilâhî bir îkâz kabul edip pâdişâha başvurunca sürgün karârı iptâl edildi.

İkinci teşebbüs ise Sultan Abdülaziz döneminde oldu. Aynı şekilde toplanan köpekler, Hayırsız Ada’ya gönderildi. Ancak bir süre sonra İstanbul’un çeşitli semtlerinde yangınlar çıkınca halkında isteği üzerine köpekler tekrar şehre getirildi. 

..VE SÜRGÜN

Çok merhametli bir pâdişâh olan II. Abdülhamid Han döneminde, İstanbul’un  köpekleri son olarak en rahat zamanlarından birini yaşadılar. Pâdişâh köpeklerle uğraşmak yerine kuduz hastalığı ile mücâdele için dünyânın üçüncü Kuduz Enstitüsünü İstanbul’da kurdurdu. Ancak  bu durum Meşrutiyetin îlânı ile sona erdi. Talat Paşa’nın Dâhiliye Nâzırı, Suphi Bey’in İstanbul Şehremini olduğu 1910 yılında İstanbul köpekleri için kesin bir sürgün karârı verildi. Hem şehirleşme hem de Avrupaî görünme kaygısı bu karârın alınmasında tesirli oldu. Köpekler birkaç gün içinde toplandı, kafeslere tıkıldı. Mavnalara yüklenerek Hayırsız Ada’ya bırakıldı. Daha doğrusu ölüme terk edildi. 

Hayırsız Ada’da kayalardan başka bir şey yoktu. Köpekler bir süre sonra açlıktan birbirlerini parçalayıp yediler. Susuzluktan kendilerini denize atanlar oluyordu. Acı acı ulumaları İstanbul’dan duyuluyordu. Bu sesleri duyanların ölene kadar unutamadığı rivâyet edilir. 

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN KITMİRİ

Yüzüncü yılını idrâk ettiğimiz Çanakkale Savaşı esnâsında, 17. Alay komutanı Yarbay Hasan Bey, askerleri ile birlikte Kilitbahir Köyü’nde konaklayınca, meydandaki çeşmenin yanında yara bere içinde bir köpek görür. Köpeğe su verip yaralarını temizler. Adını Canberk koyar. Köpek iyileşir ve Hasan Bey’in yanından hiç ayrılmaz. Askerlerle birlikte siperden sipere koşar. Hasan Bey, savaş meydanını gezerken yaralı bir Sırp tarafından hançerlenen Murad Hüdâvendigâr misâli, yardım için eğildiği bir Fransız askeri tarafından hançerlenir. Canberk, acı acı havlayarak yanına gelir ve ellerini yalamaya başlar. Hasan Bey’in üzeri bayrakla örtülür ve şehit olduğu yere defnedilmek üzere mezar kazılmaya başlanır. Canberk, Hasan Bey’in üzerine örtülen bayrağın altına girmiş “kıtmir” gibi ayaklarının yanına uzanmıştır. Askerler, Hasan Bey’in naaşını kaldırmak için Canberk’i kenara çekmek isterler ama, hayvancağız kımıldamaz. Hasan Yarbay’ın yanında son nefesini vermiştir. Canberk, Hasan Bey’in ayak ucuna defnedilir.

Hayırsız Ada'ya sürülen köpekler ölüme terkedildi.

İstanbul'da Kuduz Enstütüsü kurduran 2. Abdülhamid Han

 

  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Sitemizdeki yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilmeden kullanılamaz.Haber Yazılımı: CM Bilişim